Beyaz Zenciler uyku tulumları, sırt çantaları ve bira kasalarıyla Çingene
hayatı yaşayan dumancılar, beyazcılar, asitçilerdir... Beyaz Zenciler şairdir,
çılgındır, düş kurmayı ve küfretmeyi severler: Onları en iyi polisler
tanır!..
Beyaz Zenciler, mahkûm edildiğimiz rezil, yoz televizyon dizilerine benzeyen
hayatlardan; eğitim, kariyer, başarı ve benzeri cüce düşüncelerden nefret
ederler... Beyaz Zenciler sevgi edebiyatı yapmazlar, severler: Bütün
enerjilerini kendilerini garantiye almak için harcayanları hiçbir zaman
anlayamayacağı kadar çok severler... Beyaz Zenciler gerçekten 'düzen
karşıtı'dırlar, tüm ideallere ve ideolojilere karşı ihanet içindedirler. Onlar
toplum dışına atılmamışlardır, orada, 'imkânsızın kıyısında öfkeli ve eğri bir
hayat' yaşamayı seçmişlerdir...
Hayat, bir bireyin yaşamını şekillendirmesi ile başlar. İşte bu anda birey
hayatı istediği gibi yaşadığını düşünür. Halbuki birey yazılanı yaşamaktadır,
yaşamak istediğini değil. Yaşanılan tek an bireyin özgür kaldığı andır. Ama o
an ölüme yakın olunan zamandır.
Ölüm, gerçek olandır. Geriye dönüp
bakamadığın an, işte o an ölmüşsündür. Peki hayatın içinde ölüm varsa, insan ne
için yaşar? Çoğu kez başkaları için. Başkalarının istediği gibi. Başkalaşır.
Değiştirilmek ister. Kişiliği kimliği çoğu zaman esir edilir. Ya sevgi ile acı
içinde ya da zorla. Sevildiğini zannederek ya da sevdiğini. İşte o an yaşayan
bir ölüsündür. Peki eğer ölümlü isek neden değişime izin veriyor ve kendimiz olamıyoruz?
Ya da öleceğimizi bilerek şu an yapmak istemediğimiz kadar çok şey yapıyoruz? Neden?
(idk)
Deniz
yolculuğunda, tekne demir atınca; sen de su taşımak için karaya çıkınca, yolda
giderken başka birşey de yapabilir, diyelim, midye toplayabilir ya da kalamar
yakalayabilirsin; ama, gözünü sürekli geminin üstünde tutmalı, hep dönüp dönüp
bakmalısın, acaba dümenci seni çağırıyor mu diye. Çağırınca da, başka herşeyi hemen
olduğu gibi bırakıp koşmalısın, ki tekneye, koyunlar gibi, ayakların bağlı
atılmayasın.